Bilin ki, bütün acılarını tattığım ve ihanetlerine alışamadığım bu metropollerde, bir yerim yok benim, hep dikenler üzerinde eğreti kalıyorum.
Ne zaman gözlerim dalıp gitse uzaklara; bir süsen, yapraklarını serer önüme.
Savrulur ipek saçları dalga dalga gökyüzüne. Uzanıp alnımdan öper bir anne, oturup hasretin avlusunda ağıtlar yakar.
Rüzgar uğultuları çarpar şakaklarıma. Bir sevda türküsü kulaklarıma süzülür uzak yayla yollarında,
gittikçe mahzunlaşır yüreğim. Susar o an bütün sular, kuş, rüzgar, börtü-böcek ne varsa.
Ne zaman içmeye eğilsem bir pınarın soğuk suyunu, köz köz olur tutuşur su.
Rüzgarın saçları ateş olup düşer dağların doruklarına. Yanaklarım ateş keser, çatlar dudaklarım...
Boyun büker Munzur’un tüm menekşeleri, sümbülleri, sehergülleri, kırkkanatlılar ve de seher bakışlı gelinleri,
tomurcuk göğüslü kızları .. Birikir gözyaşları damla damla dünyanın gözlerinde ve damla damla akar yeryüzünün yanan yüreğine.
Bana da ezgilerden nakış dokumak kalır çile çiçeklerine. Boynumu bükmek kalır Munzur aşkına...